10 Ocak 2015 Cumartesi

Ruh Koleksiyoncusu

Bugün hakkında yazacağım yazarı tanıyor olma olasılığınız çok yüksek. Tess  Gerritsen. Son dönemlerin en yetenekli gerilim- polisiye yazarlarından biri. Kitapları yok satıyor, konu sizi içine hapsediyor. İlk kitabını okuduktan ve sonunda ağzım açık kalakaldıktan sonra araştırayım dedim, kim bu kadın diye.

Kendisi öncelikle Amerika'nın en başarılı beş üniversitesinden biri olan Stanford'da antropolojiyi bitirmiş. Sonra yetmemiş, yine Amerika'nın en başarılı ilk beş üniversitesinden biri olan California Üniversitesi'nden tıp diploması almış. İlk kitabı gerilim-romantik olmasına rağmen bir zaman sonra gerilim-polisiye yazmaya başlamış. New York Times Bestseller yazarlarından. İlk sansasyon yaratan kitabı Hasat'tı. Bugün benim yazacağım ise Ruh Koleksiyoncusu.

Vahşi, sert ve hatta bazen rahatsız edici bir yazım tarzı var. Hele benim gibi hayal gücü fazla kuvvetli ve çok düşünen biriyseniz eğer, bu kitap sizin için de farklı bir yere sahip olacaktır.
Belki biliyorsunuzdur, Rizzoli&Isles isimli bir dizi var. Bu dizi, Tess Gerritsen’ın kitaplarından yola çıkılarak yapılmış bir dizi. Diziyi çok severdim, ta ki kitapları okuyuncaya kadar.
Normalde de kitaplar filmlerden daha iyi olur çoğu zaman, çünkü kitaplarda kontrol sizin elinizdedir. O sizin dünyanızdır, sadece size aittir ve onu istediğiniz gibi kurgularsınız. Ama bir filmde, senaristin ve yönetmenin bakış açısına hapsolur çoğu zaman insanlar.
Ne diyordum ben? Hah, Rizzoli&Isles dizisini kitapları okumaya başlamadan önce çok severdim. Kitabı okuduktan sonra diziyi izlemeyi bıraktım, öyle söyleyeyim. Tess Gerritsen’ın can alıcı, sürükleyici ve ciddi anlamda ürpertici kitabı komedi-polisiye karışımı bir kurgu haline gelmiş. Tamam, her şey bire bir tutamazdı ama bence seriye büyük haksızlık yapılmış.
Konudan sapıyorum, toparlayayım. Ruh Koleksiyoncusu kitabı daha ilk cümlesinden sizi avucunun içine alıyor sanki. Tipik bir Tess Gerritsen romanı şeklinde başlıyor; öncelikle isimsiz bir perspektif kısa bir vahşet dolu olay anlatıyor ardından da kitap başka bir bakış açısından sakince başlıyor.
Gerçek ve iyi bir kitap, düşünmenizi sağlayan bir kitaptır derim ben. Bu kitap sizin düşünmenizi sağlıyor. Kafa yoruyorsunuz, etkisinden çıkmak zaman alıyor. Bazı yerlerde rahatsız oluyorsunuz gözünüzün önüne gelenlerden dolayı. Ama yine de kitabı bırakamıyorsunuz. Şu an kitabım resmen leke içinde. Neden derseniz, kitabı okumayı bırakamadığım için kahve içerken, yemek yerken ve yaparken sürekli okuduğumdan ötürü oldu bu.
Kitaptaki olayların başlangıcı bir cesedin bulunmasıyla oluyor. Bir mumya aslında. Müzenin bodrumunda, gelen bağışlara dair sayım yapılırken mumya bulunuyor. Buraya kadar oldukça normal gözüküyor. Asıl olay şu; Eski Mısır’dan gelen bu mumyanın bacağında kurşunun ne işi var?
Sadece bir mumyayla başlayan olaya başka cesetler dahil oluyor. İşin heyecan verici tarafı ise; bulunan cesetlerin hepsi Eski Mısır tekniklerine göre saklanmış, gömülmüş.
Ruh Koleksiyoncusu bir Rizzoli&Isles kitabı. Kesinlikle bir göz atmalısınız derim ben.

2 Ocak 2015 Cuma

Becca Fitazpatrick'ten Fısıltı


Bu kitapla tesadüf eseri karşılaştım. Uzun yıllardır görüşmediğim kuzenimle buluşmak için İstanbul'a gitmiştim, kendisiyle dışarıya çıktığımızda bir kitapçıya girdik. Eski kitapçılar her zaman çok dikkatimi çeker. Bu sahafta da raflara teker teker bakarken siyah, kalın kapaklı, ilgi çekici bir kitaba denk geldim. Kitabın adı da ''Fısıltı'' olunca tabii, hemen aldım kitabı. Nasıl heyecanlıyım, sahaftan değişik bir kitap buldum diye anlatamam.

Eve gittik, yine sohbetler edildi ardından odama geçtim, başladım kitabı okumaya.

Kitap güzel yazılmış şimdi, kabul edelim bunu. Becca Fitazpatrick  zekice yazmış kitabı. Bu kitaba dair beni etkileyen asıl olay yazılışıydı, karakterlerin kurduğu cümleler, replikler ilgi çekiciydi gayet. Ancak ne yazık ki söylemeliyim; kitabın konusu biraz bayat.

Bunu acımasız bir eleştiri olarak algılayabilirler sevgili fanlar, ancak bu benim görüşüm. Son beş altı yıldır Amerikan kitap piyasasında bir ''Fantastik'' kitap patlaması var. İlk başta Stephenie Meyer gibi yazarlarla başladı bu olay. Önceleri oldukça kaliteli olan bu fantastik kitaplar, New York Times'ta bestseller oldukça bütün evde oturan bayanlar gaza mı geldi nedir, herkes bir kitap yazmaya başladı(Bazılarının hakkını yememek lazım).

Aman yanlış anlaşılmasın, bazıları gerçekten de çok kaliteli, lafım yok. Sadece, artık o kadar tipikleşti, o kadar sıradanlaştı ki insan farklı bir şey bulamıyor.

Fantastik kitap çeşitlerinde zaten belli başlı türler var. Vampirler, kurtadamlar, cadılar, iblisler, avcılar. Çoğunluk bu yönde.

Hadi tamam, fantastik kitap yazmak istedik, başladık yazmaya. Neden kurgu her seferinde aynı şekilde gidiyor? Bu tarz kitapların kaderi mi böyle nedir?

Mutlaka masum, okulda yakın arkadaşları olan çok da güzel bir kızımız var. Hayatı gayet sıradan, normal bir şekilde devam ediyor. Ardından bir şekilde yakışıklı, tam bir kötü çocuk edasında, ukala bir çocukla tanışıyorlar. Bu çocuklar da her seferinde diğer bütün kızları unutup direk bunlara vuruluyorlar.

Kız çok iyi bir kız ya, oğlan ona hem çekici geliyor, onunla olmak istiyor. Hem de ''Ama sen kötüsün, seninle yapamam'' modlarına giriyorlar. Biz buna halk arasında istemem yan cebime koy diyoruz.

Oğlan esas kızımızı etkiliyor ve bilin bakalım ne oluyor? Kızımız da bu doğaüstü şeylerin içine girmesin mi? Ama bu işin içine giren kızın da mutlaka kendine has yetenekleri var. Girdiği doğaüstü dünyada saygıyla ve hayretle karşılanıyor.

Hayır, bir kere de şöyle kabiliyetsiz, çirkin, beceriksiz bir kız bulamaz mı bu oğlanlar? Ya da ne bileyim, bir kere de oğlan çirkin olsa? Hadi bak, o da olmadı. Bir kere de kız kötü olsun, oğlan efendi. Kız, oğlanı bu dünyaya alıştırsa?

Her neyse, şimdi Fısıltı'ya geri dönelim. Esas kızımızın ismi Nora Grey. Kendisi bir zeki bir zeki, maşallah. Babasını kaybetmiş, annesiyle birlikte bir çiftlik evinde yaşıyorlar. Ama çiftlik evi de böyle sisli, korkutucu, şekil bir yer. Kızımız, bir biyoloji dersinde kötü çocuk Patch'le tanışıyor. Esas oğlanımız yakışıklı, uzun boylu, kaslı, bir gülüşüyle dağları eriten bir tip. Esas kız oğlanı görür görmez bir şeyler hissediyor. 

Kitapla ilgili sevdiğim şeylerden biri de Patch'in replikleri. Zekice sözleri var. Ukala ve alaycı bir espri anlayışına sahip. 

Karakterleri anlatırken bir de Vee Sky var işin içinde.Nora'nın en yakın arkadaşı olurlar kendileri. Victoria's Secret mankeni gibi, uzun, mükkemmel fizikli bir kız. Ancak Nora'nın aksine, erkek arkadaş seçiminde oldukça maymun iştahlı. Çok eğlenceli ve sınırları geniş bir tip.

Bir de sonradan olaya katılan Elliot ve Jules karakterleri var.

Daha fazla şey anlatmak isterdim ama kitabı okumanız daha iyi olur diye düşünüyorum. Zira dediğim gibi, anlatacak sayfalarca olay yok.

 Fısıltı serisini fazla şey beklemeyerek okumanız daha iyi olacaktır ama eğer son zamanlarda kafanız çok bulanıksa, beyninizi boşaltmak ve kafa dağıtmak için okunabilecek bir kitap.

Ne olur ne olmaz diye kitabın ne anlattığına dair arka kapaktan bir yazı da ekliyorum. Hoşçakalın!

Kovulmuş bir meleğe âşık olmak...

"Bütün sınıf arkadaşlarımın isimlerini biliyordum... Biri hariç. Yeni öğrenci... Arkamdaki sırada, serinkanlı siyah gözleri karşıya sabitlenmiş bir hâlde kaykılmış oturuyordu...

Siyah gözleri beni âdeta delip geçiyordu. Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı. Kalbim bir an tekler gibi oldu ve o bir anlık duraksamada, kasvetli bir karanlık duygusunun bir gölge gibi üzerime örtüldüğünü hissettim. Bu duygunun kaybolması sadece bir an sürdü, ama ben hâlâ ona bakıyordum. Gülümsemesi dostça değildi, bela kelimesini heceleyen bir gülümsemeydi. Ve vaat doluydu."

Başlayalım...

Öncelikle herkese merhabaaaa!!!

Bu benim artık bilmem kaçıncı blogum. Her seferinde istediğim sonuca ulaşamayınca yeniden açıyorum ama olmuyor, olmuyor be kardeşim!

Öncelikle eğer bu blogda yazı okuyacaksanız, baştan bildireyim; öyle yan taraflarda çıkan güzel resimler falan olmaz, olmayacak. Bu site işlerinde çok yeteneksizim. Kısaca burada kayda değer tek şey yazılanlardır.

Zaten sitenin adında da yazıyor, benim işim gücüm kitap. Hem yazıyorum hem de okuyorum. İnsan iletişimine çok önem veren biriydim bir zamanlar ama artık insanlarla konuşmak bile yoruyor beni. Karşınızdaki sizin suratınıza İspanyolca konuşuyormuş gibi bakınca, bir zaman sonra fikirlerini açıkça anlatmaktan yoruluyor insan. Duvara konuşuyormuşsun gibi sanki. Bu durumda artık bana tek çare kalmıştı; yazmak. 

Karakterimden de biraz bahsedeyim size madem. Agresif, hırslı, coşkulu, mükkemmelliyetçi ve belki biraz da duygusuz bir insana ait bu blog. Sürekli olarak bir şeyler düşünen, yerinde duramayan, eline bir kalem verdiniz mi ya hemen yazan, yazması mümkün değilse bile o kalemi saatlerce elinde çeviren, oynayan biriyimdir. Günün yarısı kendi kafamda, hayal dünyama dalmış bir şekilde geçer. Vaziyet böyle olunca, ne diyeyim, yazayım bari diye düşündüm. Sanki parmaklarım klavyenin üzerinde her tıkırdadıkça içini daha boşaltıyor, yorgunluğumu atıyor gibi hissediyorum.

Bu blogda farklı farklı kitaplardan konuşacağım. Ama ağırlık fantastik kitaplarda. Arada bir edebi, felsefi, tarihi ve gerilim-polisiye romanlarına da giriş yaparız tabii.

Şimdi... Eğer bu kitap yorumcusunun beynine girmeye hazırsanız, başlayalım.

NOT:KİTAP YORUMLARI SPOİLER İÇEREBİLİR, ÖNCEDEN BELİRTİRİM.