2 Ocak 2015 Cuma

Becca Fitazpatrick'ten Fısıltı


Bu kitapla tesadüf eseri karşılaştım. Uzun yıllardır görüşmediğim kuzenimle buluşmak için İstanbul'a gitmiştim, kendisiyle dışarıya çıktığımızda bir kitapçıya girdik. Eski kitapçılar her zaman çok dikkatimi çeker. Bu sahafta da raflara teker teker bakarken siyah, kalın kapaklı, ilgi çekici bir kitaba denk geldim. Kitabın adı da ''Fısıltı'' olunca tabii, hemen aldım kitabı. Nasıl heyecanlıyım, sahaftan değişik bir kitap buldum diye anlatamam.

Eve gittik, yine sohbetler edildi ardından odama geçtim, başladım kitabı okumaya.

Kitap güzel yazılmış şimdi, kabul edelim bunu. Becca Fitazpatrick  zekice yazmış kitabı. Bu kitaba dair beni etkileyen asıl olay yazılışıydı, karakterlerin kurduğu cümleler, replikler ilgi çekiciydi gayet. Ancak ne yazık ki söylemeliyim; kitabın konusu biraz bayat.

Bunu acımasız bir eleştiri olarak algılayabilirler sevgili fanlar, ancak bu benim görüşüm. Son beş altı yıldır Amerikan kitap piyasasında bir ''Fantastik'' kitap patlaması var. İlk başta Stephenie Meyer gibi yazarlarla başladı bu olay. Önceleri oldukça kaliteli olan bu fantastik kitaplar, New York Times'ta bestseller oldukça bütün evde oturan bayanlar gaza mı geldi nedir, herkes bir kitap yazmaya başladı(Bazılarının hakkını yememek lazım).

Aman yanlış anlaşılmasın, bazıları gerçekten de çok kaliteli, lafım yok. Sadece, artık o kadar tipikleşti, o kadar sıradanlaştı ki insan farklı bir şey bulamıyor.

Fantastik kitap çeşitlerinde zaten belli başlı türler var. Vampirler, kurtadamlar, cadılar, iblisler, avcılar. Çoğunluk bu yönde.

Hadi tamam, fantastik kitap yazmak istedik, başladık yazmaya. Neden kurgu her seferinde aynı şekilde gidiyor? Bu tarz kitapların kaderi mi böyle nedir?

Mutlaka masum, okulda yakın arkadaşları olan çok da güzel bir kızımız var. Hayatı gayet sıradan, normal bir şekilde devam ediyor. Ardından bir şekilde yakışıklı, tam bir kötü çocuk edasında, ukala bir çocukla tanışıyorlar. Bu çocuklar da her seferinde diğer bütün kızları unutup direk bunlara vuruluyorlar.

Kız çok iyi bir kız ya, oğlan ona hem çekici geliyor, onunla olmak istiyor. Hem de ''Ama sen kötüsün, seninle yapamam'' modlarına giriyorlar. Biz buna halk arasında istemem yan cebime koy diyoruz.

Oğlan esas kızımızı etkiliyor ve bilin bakalım ne oluyor? Kızımız da bu doğaüstü şeylerin içine girmesin mi? Ama bu işin içine giren kızın da mutlaka kendine has yetenekleri var. Girdiği doğaüstü dünyada saygıyla ve hayretle karşılanıyor.

Hayır, bir kere de şöyle kabiliyetsiz, çirkin, beceriksiz bir kız bulamaz mı bu oğlanlar? Ya da ne bileyim, bir kere de oğlan çirkin olsa? Hadi bak, o da olmadı. Bir kere de kız kötü olsun, oğlan efendi. Kız, oğlanı bu dünyaya alıştırsa?

Her neyse, şimdi Fısıltı'ya geri dönelim. Esas kızımızın ismi Nora Grey. Kendisi bir zeki bir zeki, maşallah. Babasını kaybetmiş, annesiyle birlikte bir çiftlik evinde yaşıyorlar. Ama çiftlik evi de böyle sisli, korkutucu, şekil bir yer. Kızımız, bir biyoloji dersinde kötü çocuk Patch'le tanışıyor. Esas oğlanımız yakışıklı, uzun boylu, kaslı, bir gülüşüyle dağları eriten bir tip. Esas kız oğlanı görür görmez bir şeyler hissediyor. 

Kitapla ilgili sevdiğim şeylerden biri de Patch'in replikleri. Zekice sözleri var. Ukala ve alaycı bir espri anlayışına sahip. 

Karakterleri anlatırken bir de Vee Sky var işin içinde.Nora'nın en yakın arkadaşı olurlar kendileri. Victoria's Secret mankeni gibi, uzun, mükkemmel fizikli bir kız. Ancak Nora'nın aksine, erkek arkadaş seçiminde oldukça maymun iştahlı. Çok eğlenceli ve sınırları geniş bir tip.

Bir de sonradan olaya katılan Elliot ve Jules karakterleri var.

Daha fazla şey anlatmak isterdim ama kitabı okumanız daha iyi olur diye düşünüyorum. Zira dediğim gibi, anlatacak sayfalarca olay yok.

 Fısıltı serisini fazla şey beklemeyerek okumanız daha iyi olacaktır ama eğer son zamanlarda kafanız çok bulanıksa, beyninizi boşaltmak ve kafa dağıtmak için okunabilecek bir kitap.

Ne olur ne olmaz diye kitabın ne anlattığına dair arka kapaktan bir yazı da ekliyorum. Hoşçakalın!

Kovulmuş bir meleğe âşık olmak...

"Bütün sınıf arkadaşlarımın isimlerini biliyordum... Biri hariç. Yeni öğrenci... Arkamdaki sırada, serinkanlı siyah gözleri karşıya sabitlenmiş bir hâlde kaykılmış oturuyordu...

Siyah gözleri beni âdeta delip geçiyordu. Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı. Kalbim bir an tekler gibi oldu ve o bir anlık duraksamada, kasvetli bir karanlık duygusunun bir gölge gibi üzerime örtüldüğünü hissettim. Bu duygunun kaybolması sadece bir an sürdü, ama ben hâlâ ona bakıyordum. Gülümsemesi dostça değildi, bela kelimesini heceleyen bir gülümsemeydi. Ve vaat doluydu."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder